26 Mart 2010 Cuma

PEMBELERİN SAMSUN SERÜVENİ

PDA nın bu yıl bize gönderdiği tohumlarını elimize geçtiğinde nekadar mutlu olduğumu ifade edemem.birkezdaha PDA yöneticilerine teşşekürü borç biliyorum
Ve serüvenimiz 10 mart 2010 tarih itibarile samsunda başlıyor
Tohumları kağıt peçetenin içine koyup ve peçeteyi ıslatıp 15 18 drc sıcaklığında odanın loş bir köşesine koydum bu  arada peçeteyi sürekli nemli tutmaya çalıştım

aradan dört gün geçtikten sonra şişmeye başlayan tohumlarımı peçeteden alıp çimlendirmek için büyük bir balkon saksısına tek  tek sıralı bir şekilde araları 5-6 cm mesafe birakarak yerleştirdim üstünü 05  cm TORF la örttüm   üstünü mutfaklarda kullandığımız streçle
bir kenarından hava alacak şekilde birakarak  üsütünü kapatıp yine odanın ışık alan bir kenarına koyup artık pembelerimin dünyaa merhaba demesini beklemeye
başladım
22 mart sabahı inanılırgibi deyil tohumlarımın büyük bir bölümü gerçektende dünyamıza merhaba dedilerbile bu görüntü eşimle birlikte bir bayram sabahı sevincini yaşadık .
aradan bir iki gün sonrada diğer tohumlarımız filizlenmeye başladılar böylece 28 tohumdan 25 tanesini çimlendirmiş olduk
bu arada çimlenmeden önce sulama işlerinde biraz acemilik yaptıksada durumu erken fark edip sulamayı azalalttık zira hergün spreyle su veriyorduk
PDA nın sitesinde ve üyelerin bloglarından okuduğumuz  yazılarından suyu fazla vermemek gerektiğini fark ettik (sanıyordukki su vererek daha iyi çimlenecek)
oysa suyun fazlasıda azıda zararlıymış 

Resimde görüldüğü pembelerim 26 mart tarihli  artık birazdaha gelişmelerini bekleyip şaşırtmak için yeni yerleri  siyah fide poşetlerine nakil olacaklar

bu gün 28 mart artık şaşırtma zamanı geldiğini düşünüyorum
Aslında PDA üyesi sayın Rasım beyden şaşırtma zamanının geldiğinin önerisini dikkate aldım ve işleme siyah fide torbalarına elenmiş toprağı doldurarak başladım
Fideciklerimi inciltmeden yerlerinden  kökündeki toprakla birlikte alıp torbalara  koydum
ilave toprakla bedenlerini kapatıp can sularını verdim
Artık bahçeye gidinceye kadar misafirlerim olacaklar.. 

ARTIK YER DEĞİŞİM ZAMANI GELDİĞİNİ DÜŞÜNDÜM..

28 mart 15 nisan arası geçen zaman içinde fidelerim işte aşağıda toplu halde görüldüğü gibi bu hale geldiler
samsunda havaların ısınmaya başladığından bu gün 15 nisan itibarile artık doğa şartlarına uyum sağlaması için  güneşi gören açık balkona aldım aslında nekadar doğru yada yanlış yaptığımı bilmiyorum

zira yetiştirme konusunda sitemizin üyelerinin gerek bloglarından gerkse
E maillerinden okuduğum yazılarından çıkardığım sonuça göre hareket etmeye çalıştım  görüldüğü üzere durum şimdilik çok iyi gidiyor...

                           DİKİM ZAMANI GELDİ........
Bugün 9 mayis 2010 anneler günü.. tüm annelerin günü kutlu olsun
bu arada fidelerim toprak analarına kavuşmak için
sabırsızlandıklarını his ediyorum ve bende onları bu gün gerçek yerleri olan ana kucağına yani küçücük bahçeme  özenle tam 12 fidemi diktim
tabi dikmeden önce toprağı hazırlamak gerek
bir dostumdan aldığım yanmış inek gübresini açtığım karıklara serpiştirip toprakla karıştırarak harmanladım
karıkta açtığım çukurlara fidelerimin kendi topraklarıyla birlikte açtığım çukurlara yerleştirip üstünü bastırarak toprakla kapattım ardından
can sularunı bolca vererek gelecek aşamalarını beklemeye başladım

DOMATESLERİM PEMBELEŞMEK İÇİN YEŞERDİLER...

samsuna kırk günlük bir ayrılıktan sonra 25 06 2010
tarihinde döndüğümde
ilk ziyaretim bahçeye gitmek oldu  gözlerime inanamayacak kadar
bahçemin çok değişmiş ve gelişmiş  gördüm
(bu arada bahçemle ilgilenen damadım turan ve kızım aynura
çok teşekkür ederim)
domatesler hemen hemen yeşil elma büyüklüğüne ulaşmışlar
kızarmalarına çok az zaman  kaldığını düşünüyorum
fidelerim çok dallanıp uzadılar bunların bazı dallarını budayarak
seyrekleştirdim (buna koltuk alma da denir)
bundan sonra kızarmalarını , açmış oldukları çiçeklerinde
yeşermelerini bekleyeceğim....

VE MUTLU SON...........
Evet 10 martta başlayan tohumdan Domatese serüvenim
28 temmuz da kızarmış domateslerimi koparıp sofraya gelmesi ile noktalandı
Ancak bu serüvenden tabiki bazı tecrübeler edindim
bunların içinde samsun iklim şartlarına uygun zamanlamayı keşfettim öreneğin tohumları 10 martta deyil bir ay geriye gidip
10 şubat gibi çimlendirmek üzere kağıt peçeteye koymak gerekiyormuş
 buna benzer budama sulama gibi bazı
önemli noktaları öğrendim
herşeye rağmen bu güzel serüveni hedefime deyil ama amacıma ulaştığım için çok mutlu odum ve büyük keyif aldım
Bu konuda bilgi tecrübe ve önerilerde bulunan
tüm gurup üyelerine ve tohumları bize karşılıksız gönderen
sevgili OSMAN UĞUT beye PDA yönetici ve moderasyonu
sayın NALAN HANIMEFENDİYE teşekkürlerimi sunarım
bu güzide guruba benimde ufak bir katkım olması için
elde edeceğim tohumlardan isteyen gurup arkadaşlarımıza
veya gurup yöneticilerine göndermek istiyorum.
bu güzelliği yaşamak ve bu tohumları yaşatmak dileklerimle........

Altta görülen pembeler bu yılın  (2011) mahsulleri
tamamen doğal gübre ve hiçbir zirai ilaç kullanılmamıştır dolaysile doyumsuz bir damak tadı vardı









bu yılki ürünümun gramajı tam 852 GR..










                                                                                                             



                                                                                                                                                                     
                                                                                                                   
                                  

25 Mart 2010 Perşembe

ESKİDEN

ESKİDEN


Çember çevrilir
Su musluktan içilir
Ağaçlara tırmanılırdı
Bebekler bezden silahlar tahtadan
Resimler kömür kurusundan yapılırdı

Kızlara ninelerin,
Erkeklere dedelerin isimleri konurdu

Merdiven çıkılır
Aidat ödenmez
Yönetici seçilmezdi.

Saatli maarif okunurdu
Komşuda pişen
Bizde de pişer
Bizde pişen komşuya da düşerdi

Turşu salça mantı evde yapılır
Karpuz kuyuda soğutulurdu.

Ajans radyodan dinlenir
Çizgili roman okunur
Defterlere kenar süsü yapılırdı

Hayat arkası yarın gibiydi kesintisizdi
Hergün yaşanacak birşeyler vardı
Herkes kendi Düşünü kurar

Kendi hayatını Kurardı.

Şimdi hayat tek perdelik bir oyun stand up bir yalnızlık gibi

Şimdi herkes emekli bir memur gibi yorgun ve tek başına.....

BİR TEBESSÜM

BİR TEBESSÜM...

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi...

Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu.

Bu hava içinde, yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı.

Hemen bir not yazdı ve ona yolladı.

Arkadaşı bu nottan o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kadına yüklü bir bahşiş verdi.

Garson kadın ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki...2 gündür boğazından tek lokma geçmemişti. Karnını doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu

Öyle neşeliydi ki bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.

Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı.

Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı sonra bütün apartman halkı.

Anneler babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.

Bütün bunların hepsi tek kuruşluk maliyeti olmayan bir TEBESSÜMÜN sonucuydu.

YÜZÜNÜZDEN TEBESSÜM EKSİK OLMASIN !

HAYATIMI TEKRAR YAŞAYABİLSEYDİM EĞER..

HAYATIMI TEKRAR YAŞAYABİLSEYDİM EĞER
Emma Bombeck Avustralya'da kanserden öldü.

Ölümünden hemen önce şunları yazdı...

Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer;

Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben

olmadığım zaman her şey kötüyegidecek

diye düşünmezdim..

Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz

yakardım..

Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim..

Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile

daha çok arkadaşımı akşamyemeğine davet ederdim..

Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen

birisi olduğunda ona engel olmazdım..

Yerler leke olacak diye korkmazdım..

Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım..

Kocamın,sorumluluklarını daha çok paylaşırdım..

Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim..

Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum..

TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim..

Ömürboyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım..

Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar

harika olduğunu fark ederdim.. Bu o kadar nadir bir olay ki.. Mucize gibi bir şey..

Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla "Önce git ellerini yüzünü yıka“ demezdim..

Onlara daha çok "seni seviyorum", ondan da daha çok "özürdilerim" derdim..

Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu..

Dikkatle bak.

Gerçekten gör.

Yaşa. Vazgeçme.

Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç..

Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı

beni ilgilendirmezdi..

Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım..

Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için Allah'a şükredin..

Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor..

Umarım hergününüzü değerlendirirsiniz."



ÖZLENEN DOSTLUKLAR

ÖZLENEN DOSTLUKLAR




Henüz daha yedi yaşında bir bayram sabahında, alaca karanlıkta annemin bana giydirdiği basma elbisem ve ayağımdaki tahta takunyalar nasıl da güzeldi. Sarı saçlarıma taktığı kırmızı tokalar ile sanki saatlerce uyku uyumuşum gibi bayram coşkusundan uykuyu unutup, nasıl da rahmetlik babamın bayram namazından gelmesini beklerdim. Daha sonra kahvaltı, bayramlaşmalar, el öpmeler, bayram harçlığımla mahalle bakkalına koşup aldığım sakız ve gazozlar nasılda güzeldi.

Evimize gelen misafirler o kadar çok olurdu ki, bayram gezmesine fırsat bulamazdık. Ama gece geç vakitte olsa ne yapar yapar çat kapı giderdik. Eskiden öyle gidilecek yere telefonla gelebilir miyim diye izin almak yoktu nasılda güzeldi.

Aradan yıllar geçti şimdi ben çocukluğumu ve eski dostlukları özlüyorum. Neden mi?

Ne yazık ki artık insanlar birbirine dostmuş gibi davranıyorlar ama değiller. Her yerde her ortamda sahte sevgiler, sahte tebessümler, sahte samimiyetler her şey ama her şey sahte, sahte. Herkeste ve her yerde çıkar dostlukları var. Buda benim içimi, çok acıtıyor çok.

Gerçek dostlukları yakalamak çok zor değil. Yeter ki yüreğimizde sevgi tohumlarından bir kaç tanecik olsun. Yeter ki çevremizdeki canlı ve cansız varlıklara sevgi ile bakalım. Her zaman içimizde bahar sevinci olsun, etrafa hazan dolu gözlerle bakmayalım. Mümkün olduğu kadar çevremize pozitif enerji vermeye çalışıp her şeye pozitif yaklaşalım. Aksi halde dünyaya ve çevreye negatif gözle bakar, her şeye negatif yaklaşırsak işte o zaman yalnız kaldınız demektir. O zaman

hiç dostum yok demeyiniz, ne ekerseniz onu biçersiniz.

Gerçek dostluğu yakalamak tamamen kendi elimizde. Yüreğimizde her zaman pembe güllerin açmasını istiyorsak dostumuzu düşmanımızı iyi kavramalıyız. Dost dediğimiz insana acaba güven veriyor muyuz? Dost dediğimiz insanın iyi ve kötü günlerinde yanında oluyor muyuz? Acısını ve sevincini yürekten

paylaşabiliyor muyuz? Yoksa onun yanında paylaşıyor gibi yapıp arkamızı döndüğümüzde unutuyor muyuz? Dostumuzun bize ihtiyacı olduğu her zaman onun yanında oluyor muyuz? Ya da bu duygu ve güveni ona

verebildik mi? Asla ve asla karşılıksız ona her konuda destek oluyor muyuz?

Bu tür sorgulamaları kendimize hiç sorduk mu? Dostlukları özlemeden önce ilkönce kendimizi sorgulamalıyız.

Komşunun komşuya dahi naz ile selam verdiği bir süreç yaşıyoruz. NEDEN? Çocuklarımız ve torunlarımız sevgiyi yudum yudum içemiyorlar, o zaman onlarda kendi kuşaklarına dostluğu ve sevgiyi tam olarak kavramazlar ise nasıl tanıtacaklar? Nasıl özümseyerek anlatacaklar. Ne yazık hemde çok yazık. Artık anne

ve babaya olan sevgiler bile menfaat üzerine değişiyor. Çocuğunun dediğini yapmayan anne ve babaya evlat karşı çıkıp incitiyor. Ne kadar yaralayıcı değil mi? Oysa sevgi ve saygı hep çıkarcılık olmamalı.

Ne mutlu gerçek dostu olana. Ne mutlu gerçek dostlukları yakalayıp, sonsuza kadar yaşatana.

Bence bu güzel dostlukları yakalamak o kadar zor değil. Yeter ki dost diyerek el ele tutuştuğumuz kişi ile her şeyimizi paylaşalım. Ona sonsuz güven verip sadık bir dost olalım. Asla karşılık gözetmeden acı ve kederli gününde, tatlı ve sevinçli gününde hep yanında olalım. Onunla ağlayıp, onunla gülelim. Fedakâr ve özverili olup her konuda onunla yardımlaşalım, her şeyini paylaşalım. Onu çok ama çok iyi dinleyip sağlıklı empati kuralım. Dertlerini dinleyip, elimizden gelen dermanı esirgemeyelim.

Hayat o kadar kısa ki henüz geç kalmış değiliz. Çevremizde dost olup dostça yaklaşabileceğimiz kişileri özenle kavramayı, o insanın yüreğindeki sevgiyi iyi algılamayı bilirsek, eğer yapmış olduğumuz bazı davranış sınavlarından başarı ile geçtiğini görürsek kalıcı dostluklar neden olmasın.

Yüreğinizde dostluk kavramının bitmediği, gülen yüzlerinizin solmadığı bir yaşam dileklerimle

Bu dostluk haftasında dostça kalıp, huzur ve barış içinde dostça yaşayınız.

Selamlar, Sevgiler ve Saygılarımla.



SABİHA SERİN

Araştırmacı Yazar Şair

SİVAS

DOSTLARI OLMALI İNSANIN

DOSTLARI OLMALI

dostları olmalı insanın,
aynen gemilerin
limanları gibi
zaman zaman
uğradığın
yükünü boşalttığın
dininceye kadar
beklediğin koynunda…;


sonra
açık denizlere uğurlamalı seni,
geri döneceğin günü
bekleme umuduyla
bazen rüzgâra
o açmalı yelkenini
yanağına konan bir öpücüğün
coşkusuyla


halatlarını çözmeli
seni çok
ama çok özlemeli…;

dostları olmalı insanın,
ermiş, bilge
hayatı ezbere okuyabilen
düşünmediklerini
düşündüren


seni bir cambaz ipinde
güvenle tutabilen
gerektiğinde
senin’;çün ateşi yutabilen…;


yolunu ışıtan ustan olmalı,
şekillendirmeyi öğretmeli hayatın çömleğini
sana vermeli soğuk bir kış gününde
üzerindeki tek gömleğini


OĞUZKAN BÖLÜKBAŞI